SEDAT AĞAOĞLU- FOTOGRAFLAR





FOTOĞRAFLAR

1.


Bunları bana bir dostum verdi. Yeni yıl geldi. Armağanıydı. Dört fotoğraf.
Onun bende bir fotoğrafı yok.
Çok uzun konuşmuşluğumuz yok; paylaşmadık bir şeyleri dedi bana; zaman zaman yitirdik birbirimizi.
Böyledir dostluk, fizik ötesi.

Birinci fotoğraf.

Sirkeci garı, yıl 1963. Yarı açık vagon penceresi. Dört umutlu insan yüzü. Gülümsüyorlar.
Trendeler gidiyorlar demek ki.
Ne kadar 'edebi oldu değil mi?'
Bir film başlıyor sanki
Tren birazdan kalkacak. Düdük çalacak. Ağır ağır kalkacak istasyondan tren.
Umuda yolculuk gibi; umuda kalkan tren.
Öpsün seni Zeki Müren o zamanlar trenlerle ilgili değil. O radyoda şoförlere sesleniyor:
'Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun aziz dinleyicilerim.
Olur seni çok sevdik biz, Bodrum aşığı. Bodrum güneşi.
Konser vermeye de gitmişsindir Alamanya'ya. Alamancılar dört gözle beklemişlerdir seni.
Hala koyamadık yerine yenisini.

Vagonun penceresinden bir Türk bayrağı sallanıyor; belli belirsiz ama. Bir engel var tamamı görünmüyor.
O engel bir kız.
Beyaz şapkalı mantolu kalın kumaştan pantolonlu. Kış demek ki. Küçük elleri üşümüş olmalı.
Elleri, 'yağmurun ellerinden' bile küçük.
Trendekilerden biri babası olmalı.
Babası yoksul olmalı.
Yoksa ne işi var trende, 'Kırk Metre Kare' de, 'Acı Vatan' da
Berlin Alexandr meydanında.
Orası Franz Biberkof'un ve Reinhold'un. Onlar birahanelerinde içtiler Berlin Alexandr meydanının. Sosis yediler. Soygun yaptılar sokaklarında Berlin'in.
Kadınlarını sattı Franz; kadınını öldürdü Reinhold, Franz'ın. Arabadan attı bir soygun dönüşü, tek kollu kaldı Franz.

Kız ağlıyor, ya da bana öyle geliyor. Sol elini yumruk yapmış gözünden sızan bir damla yaşı siliyor gibi; dudağı büzülmüş gibi.
Babası vagonun yarı açık camından uzatmış kollarını tutmuş kızını kolundan omuzundan.
Kız çocukları başkadır yaşadığımız dünyadan.

Dört genç gülümseyen yüz. Kara bıyıklı üçü; birinin yok.
Yoksullar da gülümser bir umut gerçeğe dönmüşse, beklemek bitmişse, iş ekmek ufukta görünmüşse. Yokluktan dönüşün başlangıcıysa bir yolculuk.
Yurt neresi
Karnının doyduğu yer değil mi?
Öyle derler. Şimdi sen onlara sor yurt neresi sıla neresi gurbet ne demek Alman boku temizlemek ne demek madenlerde çürümek ne demek Berlin garının çöplerini temizlemek demek ne demek.
Bir kız çocuğunu Sirkeci garında bırakıp gitmek ne demek.
Sor.

2.

İkinci fotoğraf.

Bu fotoğraf Köln' de çekilmiş. Bir adam var. Boğazlı kazağının üzerinde bir yelek. Yeleğin üzerinde iş giysileri, çöpçü bu adam. Başında bir şapka ellerinde kalın eldivenler; soğuk olmalı.
Kış demek ki.
Kalın eldivenli sol eli uzun tahta saplı bir fırça tutuyor. Kalın eldivenli sağ eli faraş denilen bir kürek. Kürekte çöp. Düzgün döşenmiş kaldırım taşlarının üzerinde bir kaç kağıt parçası, kağıt mendil belki nezle olan birinin burnunu silip attığı kağıt mendil parçası.
Bunları topluyor kederli yüz; bir çöpçü parçası.
Bir döviz o.
Yaz gelince gelen para.
Saldım çayıra, Mevlam kayıralardan biri o.
Ama Türkiye sizinle çok gurur duydu. Çok para ettiniz demek istiyorum.

O anda yani fotoğrafın çekildiği anda kederli yüz bir afişin önünde temizliyor sümüklü mendilleri.
Afişte üç insan var. İkisinin yüzünü görüyoruz, birinin elini kolunu. Yüzsüz olanın sol kolu, çok güzel kadının sağ omzuna dokunmuş. Sağ elinin parmakları arasında bir sigara yanıyor mu yanmıyor mu anlaşılmıyor. Çok güzel kadının karşısında gözlüklü bir adam var.
Kadın ve adam birbirlerine gülümsüyorlar.
Mutluluğun resmi bu. Abidin yapamamıştı.
Bu bir reklam afişi; Almanca yazılar var.
Afişi gören Almanlar'ın ne tüketmesi isteniyor bilmiyorum.

Fotoğraf çekildikten bir kaç dakika sonra kederli yüz orda değildi diye düşünebiliriz.
Belki mesaisi bitti belki az ileride başka bir afişin önünde balgamlı mendiller vardı temizlemeye gitti.
Peki neredeydi oralarda olmadan önce ve Sirkeci garında olmadan önce ve neden burada bir para değildi de orada para oldu?
Çöpçülerin paraları Türkiye' ye geldi. Alman kaldırımlarından topladılar paraları.
Alman kaldırımları da onları.

Kederli yüz sen şimdi ölü müsün? Yollar, kaldırımlar ve çöpler ve Türkiye sensiz mi kaldı? Artık bir para değil misin sen?
Artık değer üretemiyor musun?
Sen kaldırımların çöpünü toplarken ardında birbirine gülümseyen çok güzel Alman kadını ve gözlüklü Alman adamıyla mı karşılaştın Köln'ün bilmediğim bir yerlerinde?
Aşık mı oldun kadına? İçmiş birayı sarhoş muydun? Sataştın mı insanlara? İnsanlar mı sataştı sana kara kafana ve kederli yüzüne indirdiler mi sopaları?
Öldün mü?

Yoksa yapmadın mı bunları? Çöpçüler kralı mı oldun? Sövdüler sana eyvallah dedin sen de, 'Gözlerini kapadın' çöpünü topladın haşlanmış patatesi yedin parayı biriktirdin ev aldın memlekette yılların geçti gitti ama gelemedin mi bir türlü yurduna?
Ya da geldin bir gün toptan ama artıktın sen artık; işe yaramazın teki.
Böyle mi oldu?

Evin mezarın mı oldu,
Bir mezar evin mi?

3.

Üçüncü fotoğraf.

Altında, 'Türkiye'den Almanya'ya ilk gelen işçilerin bavulları' yazıyor fotoğrafın.
Renkli bu; diğerleri gibi siyah beyaz değil.
Altta duran en büyükleri tabut gibi bir tahta bavul; Sirkeci garında kızını omzundan ve kolundan tutan bu olsa gerek.
Ustündeki daha yenice, parlak duruyor kilidi, sapı; en sevinçli görüneni vagonun yarı açık penceresinden.
En üstteki ise yeni ama yorgun biraz. Bu üçüncü bıyıklı.
Anımsayacaksınız; dört gülümseyen yüzdüler, biri yok şimdi bıyığı yok bavulu yok.
Sirkeci garında gülümseyen kederli yüzü yok şimdi.
Ailesi bir zaman bekledi onu
Bir zaman sonra yalnızca bir haber
Gelmedi.

En alttaki tahta bavul geldi bir yaz günü evine.
Kız büyümüştü. Oğlan büyümüştü..Kadın beklemişti.
Gülümseyen yüz her yaz biraz daha çürüyerek geldi evine.
Hediyelerle geldi.
Kıza bir bebek, oğlana bir araba.
Eve bir radyo.
Kafasında tüylü bir şapka.
Kadına ne getirmişti bilmem. Ama vardı mutlaka bir şeyler; belki bir öpüş her nesneden değerli; bir söz belki yürekten; içten ve aşktan bir öpüş.
Ve dönüş.
Umuda değil ama bu kez, uzağa, yalnızlığa, gurbete, iş aramaya zaman zaman; bir fabrikadan bir fabrikaya; paraya
Döviz olmaya.
Hasret senindir; yalnız senin;
Bir türkü bile bulamadan geçti günlerin biliyorum.

Ve sonra yurda kesin dönüş
Giderken götürdüğü koca tahta bavul gibi bir koca tabutun içinde
Ölmüş.
Gömdüler onu.

Sirkeci garında elini yumruk yapıp babasının ardından ağlayan kız ağlayarak büyüdü.
Kimse görmedi göz yaşlarını, kendi bile.
Bilemedi ağlayarak büyüdüğünü.
Ölmeseydi eğer gülümseyen yüz, kızını Alamanya'ya götürecekti. Okutacaktı. Gelin edecekti.
Edemedi.
Yaşam bizlere aldırmaz; kendi yolunca akar gider
Biz ardından bakakalırız.

Bebeğini sakladı kız. Her gittiği şehre götürdü onu.
Taşıdı onu.
Unutmadı.
Atmadı.
Bebeğiydi onun.
Yatırınca gözlerini yuman, kaldırınca açan mavi gözlerini
karnına basınca kahkahalar atan
Babasının Alamanya'dan getirdiği; babasından ona tek kalan.

Babası gibi elaydı ağlayan kızın gözleri.


4.

Dördüncü fotoğraf.

Bu sonuncusu. Siyah beyaz. Kollarını kavuşturup oturmuş bir masaya bir kız çocuğu.
Kısa kesilmiş; daha çok yetimler gibi kesilmiş saçları, kalın camlı gözlükleri.
Küçük kareli bir elbise galiba üzerindeki; hafif açık yakası, askıları da var.
Büzmüş, çizgi gibi olmuş dudakları.
Önünde bir tabela var.
Tabelada,

Mein
1.Schuljahr
1965-66

Yazıyor.
Açmamış bir gül kıyısında çerçeveli tabelanın.
Bilmem beyaz, bilmem sarı,
Açmamış ama,
Solgun yine de;solgun bir gül.

Fotoğrafın yanına bir şiir koymuş dostum.
Bu fotoğrafı o şiir anlatıyor.
Dostuma teşekkür ediyorum. Nice yıllar diliyorum ben de ona ; paylaşmasak da bir şeyleri, konuşmasak bile çok zaman, benim dostum o.

SEN VE BEN,
ÇOCUĞUM

Ben,
Türkiye'de doğmuşum
Güney'in sıcağında,

Sen,
Kuzey'in soğuğunda
Avrupa'ın ortasında
Almanya'da.

Ben,
Oyuncaksız, televizyonsuz
Büyümüşüm sokaklarda.

Sen,
Herşeyin bolluğunda,
Renkli televizyonla.

Ben eskiden
Doğum günü bilmezken
Başlamışım kutlamaya
Senin sevginden.

Ben,
Şarkısıyla, şiiriyle
Bağlıyım yine de
Türkiye'ye

Sen ise,
Karmakarışık hislerle
Gurbetlerde
Bağlanmışsın bir sevgiye.

Sen burada
Almanya'yı bulmuşsun,
Ben orada
Türkiye'yi kaybetmişim.

Ben burada yabancı,
Sen, yabancı çocuğu
Ben orada Almancı,
Sen almancı çocuğu


AHMET TERLİ, Köln

Selma GÜRBEY TAŞDELEN - MERHABA















Merhabalar,

Sizlerle paylaşmaya başlayacağım bu ilk yazıda biraz sizlere kendimi anlatmak, biraz yazacağım konuların nelerle ilgili olmasını düşündüğümden bahsetmek istiyorum.

Ben Ortaokul son sınıfa geçtiğim yaz okula yürüyerek gittiğim senenin son sene olduğunu bilmeden geleceğe yönelik planlar kuruyordum. O yaz dikkatimizi çekti ayağımdaki taban düşmesi... Ortopedik ayakkabı giyersem düzelir diye düşündük ailece fakat doktora görünmek gerek. Koştuğumda bu taban düşmesinden kaynaklı olarak tökezleyip düşmelerim oluyordu bazen. Hadi gidip bir doktora görünelim dedik. Çok ilgilendi doktorlar düşündüğümüzden çok... Ameliyat dediler... Şaşırdık (!) “Ne ameliyatı ortopedik ayakkabı verseniz düzelmez mi?”...Bir çok test sonucunda kesin karar verildi, Ameliyat olmam şartmış yoksa çok daha kötü olur tekerlekli sandalyeye bile düşebilirmişim.(!) Çok korktuk. İlerleyen bir hastalık, Kas Hastalığı teşhisi konulmuştu. “Hemen olsun bitsin” dedi ailem... Okulumdan da geri kalmadan hemen iyileşmeliyim... Hızlı bir ameliyat olsun kararı çıktı. Ben 13 yaşında kendi kararlarını veremeyecek bir yaştaydım. Ne oluyor bitiyor anlamıyordum bile öyle hızlı gelişiyordu ki süreç. Ayrıca ailem ve doktorlar benim için en iyisini biliyorlardır diye düşünüyordum. Hiçbir konuda görüş belirtmiyordum tek düşüncem biran bu sürecin bitmesi ve okuluma dönmekti. Ameliyatlar hiç öyle düşündüğümüz gibi çabucak bitmedi. Tek ayağımda vardı taban düşmesi ama diğer ayağıma da ameliyat yapıldı. Her iki ayağımdan da ameliyat oldum. 6 ay alçıda kaldı ayağım. Ayağımın önlerine demirler takılmıştı. Tekrar ameliyat oldum demirler çıkartıldı. 2 yıl sonunda ameliyat süreci bitmiş oldu. Fizik tedaviye gönderdiler. Artık koltuk değnekleri olmadan yürüyemiyordum. En son böyle kalacağımı öğrendim. Durumunu kabullen, hayatın bundan böyle bu şekilde denmesi tokat gibi yüzüme çarptı. Ne yapacağım ki ben böyle sakat sakat (!) Okula gidemedim. Evden dışarı bile çıkamıyordum. Uzun yıllar böyle evde kaderimle baş başa geçti. Evde bulunan tüm kitapları okuyor, televizyondaki her programı izliyor tek arkadaşım, psikoloğum doktum annemle paylaşıyordum yalnızlığımı.

Bunları yazarken o günlere döndüm adeta bir an olsun. Yıllar geçti o günlerin üstünden. O umutsuz kızdan bugün geriye pek birşey kalmadı. İnsan bilmediği şey karşısında güçsüzdür. Ben engelliliği zamanla öğrendim. Engelliliği tanıdıkça, öğrendikçe, kaderdaşlarımla tanıştıkça o umutsuz günlerimin de bilgisizlikten kaynaklandığını gördüm. Ailem de bilmiyordu hiçbirşey. Yıllarca kendimizi (ailece) hep iyileşeceğim diye kandırdık. İlk kabullenen ben “iyileşemeyeceğim(!)” diyen bendim. “Bu durumu kabullenelim ve bu durumda neler yapabilirim bunu bulalım” diyen de bendim. Ama yanımda benim bu günlere gelmemi sağlayan çok büyük bir desteğim vardı sevgili Anneciğim, hayat boyu hakkını ödeyemem.

Zamanla koltuk değneklerini de kullanamaz oldum, tekrar doktora gittiğimizde aradan 8 yıl geçmişti ve doktorlardan o dönemde yapılan ameliyatların yanlış olduğunu öğrendik. Yanlış teşhis ve yanlış tedavi... Hayatımı karartan bir yanlışlık(!) Hakkımızı aramalıyız ama nasıl?

Tekrar ameliyat olmalıydım çünkü omuriliğimde bir kitle vardı. Asıl o dönemde ayağımda oluşmuş olan taban düşmesi de bundan dolayı olmuş. Omuriliğimde o zamanlar oluşmaya başlayan kitle sinirlerden birine baskı yapmış ve bu baskıdan dolayı taban düşmesi olmuş. Ama anlayamadılar. Eğer anlaşılsaydı bugün engelli biri olmayacaktım belki de. Kim bilir? Kaderciyimdir de ben Kaderim demek ki bu benim. Yüce Rabbım böyle uygun görmüş. Hiç neden ben demiyorum? Çünkü kimin başına gelse Neden ben?der ama Yüce Rabbım beni uygun görmüş demek ki(!) Omuriliğimdeki Tümör alındı, ezilmiş sinirlerin tekrar eski halini alması çok zormuş ama yinede “yürüyebilirsin belki” dedi doktor. Ameliyatım son derece başarılı geçmiş.

Fizik Tedaviye gönderdi, maalesef Fizik Tedavi sonucu değiştirmedi ama beni değiştirdi. Ben artık başka bir insan olmaya başlamıştım. Tekerlekli Sandalye kullanmaya başlamıştım, bu Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezinden ayrıldığımda yürüyemiyordum ama rehabilite olmuş bir bireydim artık. Tekerlekli Sandalye Kullanmayı da burda daha iyi öğrenmiştim.Yaklaşık 13 yıldır tekerlekli sandalye kullanıyorum. Tekerlekli sandalye kullanmaya başladıktan sonra hayatım daha aktifleşti diyebilirim. Tekerlekli Sandalye ile başlayan yaşamımdaki 13 yıla o kadar çok şey sığdırdım ki(!) 13 yıl öncesinde hayali bile mümkün görünmeyen bir hayatın içinde bulunuyorum şu anda.

Zamanla daha çok bahsedeceğim elbet bunlardan özetle bahsetmek gerekirse. Benim için en önemli şeylerden biri olan eğitimime kaldığım yerden başlayıp dışardan da olsa devam ettim. Şu anda AOF.Halkla İlişkiler Bölümü mezunuyum, AOF.İşletme 4.Sınıf öğrencisiyim. İnşallah hedefim bu yıl imtihanları vererek İşletmeden de mezun olmak. 11 yıldır çalışma hayatının içindeyim. Birkaç iş değişikliğimden sonra 7 yıldır Kamu da çalışıyorum Miniaturk’te Halkla İlişkiler Uzmanı olarak çalışıyorum. 2006 yılında evlendim, 11 aylık oğlum var. İstanbul Özürlüler Spor Kulübü Derneğinin Başkanlığını yaptım; İstanbul Özürlüler Müdürlüğü Ösha Projesi Koordinatörlüğünü yaptım, gönüllü çalışmalar içinde yer aldım ve almaya devam ediyorum. Lisanslı sporcuyum, tekerlekli sandalyede basketbol, yüzme vb. spor aktiviteleri içinde yer aldım. Bu çalışmalara da yine yazılarımda yer vermeye çalışacağım.

Aklıma gelen benim için önemli birkaç başardıklarımdı bunlar. Hayat öğretmeye devam ediyor ve benim hayattan daha çok beklentilerim ve yapmayı düşlediklerim var.

İçinde engelliliğin geçmediği bir yazıyı eksik yazmışım gibi hissettiğim için yazdığım yazıların içinde en iyi bildiğim şeyden yani engellilikten bahsetmemi de olağan karşılarsınız mutlaka. Engellilik yaşamımı dolduran, birlikte yaşadığım, asla şikayet etmediğim; Çünkü bana çok şeylerde kattığını düşündüğüm yaşamımın bir parçası.

Herkese gönül dolusu selamlarımı gönderiyorum.
Bir dahaki yazımızda görüşmek üzere.
Hoşçakalın.

Selma GÜRBEY TAŞDELEN
06.03.2008

AKIL ÇAĞIRMA SEANSLARI




Herkesin cinleştiği yerde siyasete, hukuka, ekonomiye, bürokrasiye egemen olan anlayış bardak bardak üstünedir…

Adınıza fallardan fal açılır,

Ama yorumu en bildik, en sıradandır.

Siyasetçisinden bürokratına,

Hukukçusundan insan hakları dersi hocasına,

Alt alta dizilmiş bir yığın insan hakları bildirgeleri ve bireyin dokunulmaz vazgeçilmez, devredilmez hak manzumeleri…

Okuma-yazması olan her insanın anlayabileceği sadeliktedir.

Ancak

Aziz üstatların yorum faslı başladığında binlerce yıllık insanlık birikiminin bir çuval incirden farkı kalmaz.

Düşünce özgür olsun mu?

“Homur homur”

Hanımlar nasıl istiyorlarsa öyle giyinsinler mi?

“Mır mır”

Sizin de şikayet ettiğiniz “12 Eylül darbe anayasası” değişsin mi?

“Ama, lakin, fakat, olmaz, istemiyoruz, en iyi anayasa elimizdeki ihtilal anayasası” oluverir…

Omurgasızlığın böylesine pes doğrusu!

Fikir ahlakı yitirildi mi? Telafisi olmuyor.

Hani derler ya “tuz kokarsa”, vaziyet, tuz kokuyor…

Bir hanımefendinin ne giydiği beni ne ilgilendirir, seni ne ilgilendirir?

Kamusal alanda kadın şöyle giyinir, düğünde böyle giyinir, cenazede öyle…

Sana ne?

Aklından zorun mu var?

Ya da sana göre “kadın aklı ermez” mi ki, kadınlar adına her şeyi üzerine alıyorsun.

Tüm siyasi partiler ve sivil kişi/kurumların, özgürlük çerçevesini genişletmek için hükümetin sunduğu fırsatı iyi değerlendirerek, daha özgürlükçü ortamlar oluşturmaları varken,

Kamu ya da özel alanda insanların ne giyineceklerine devletin bekçilik yapmasını savunmaları anlaşılır değildir.

Ahlak polisliği çağdaş devletin iş ve işlevlerinden biri değildir.

Patiska bezi üretimini devletin asli işi olarak görenlerin, bu bezin nerde ve nasıl kullanılacağını tayin etmeye yeltenmelerine de şaşmamak gerekir.

Devletin ritüellerini mi yoksa ferrari’sini satmasını mı savunacağız?

Devletin, sunduğu hizmetlerin kalitesine değer vermesi ve çalışanlarından beklentisini bu politika üzerine kurması mı yoksa memurun kıyafetinin rengine, boyuna, bağlama şekline, dar ya da geniş olmasına göre değerlendirmesi mi daha anlamlıdır?

Bunlar cevabı aranacak temel sorulardır.

Daha iyi sağlık hizmeti, noksansız adalet, kaliteli eğitim ve emniyetin tam sağlanması ülküsü etrafında örgütlenmiş devletin en büyük ihtiyacı (bayan veya bay başı açık ya da kapalı) nitelikli personeldir.

Günümüzde ülke zenginlikleri iyi yetişmiş insan gücüne endekslidir.

Yaşar Ugürol

GÜZELLİK

BİRAZ GÜZELLEŞELİM !




Bir oraya bir buraya koştururken, yaşam savaşımızda mutlaka galip gelmenin hazzını yaşamak için bir yerlere sığınırız. Sığındığımız bazı yerlerde yaşama daha sıkı tutunabilmek, kendimizi daha yenilgisiz gösterebilmek kolaydır. Bu kolaylığı bilince sığınmak için tüm yollar açıktır, önce beynimizde sonra cebimizde….

"Kendimizi," kendimize ait tüm durumlarla olabilecek en iyi şekilde var edebilmek önce yüreklerimizi hafifletir sonra yaşamımızı. Daha az yükle ilerlemek daha kolaydır. Bunu bildiğimizden sığınırız…

SEM GÜZELLİĞE SIĞINMA… Kendimizi daha anlamlı, daha güçlü, daha mutlu kılabilmek için sığınma. Güvenli ellere, akıllı yüreklere…

"Her kadın güzeldir" ilkesiyle çabalarımızın karşılığını tüm kadınlarda görmek, bizi daha ayakta, daha güçlü kılar. Güzellikleri ortaya çıkarabilmek ciddi bir iştir sanılanın aksine. Bizim işimiz bu iki cümlede gizli. Bulabilene…

Kadınların tümünün güzel ve akıllı olduğunu genel kabul olarak çabalarımıza yansıtmak ise bizim ayrılmayacağımız amacımızdır.

Yürekten yüreğe akan, tüm evreni saran güzelliklerin sizlerden hiç ayrılmamasını isteriz.



GÜLER YÜZLÜ, GÜZELLİK DOLU YAŞAM DİLEKLERİMİZLE